Güneş dağın arka tarafına geçince, yol birden gölgelendi. Ana caddeden dağ yoluna kıvrılan sapakta bir adam bekliyordu. Eylül arabayı yavaşlatırken bir an duraksadı. Almasa mıydı? Ama bu ıssız yolda otostop çeken bir insanın gözünün içine bakıp da basıp gitmek vicdansızlık olmaz mıydı? Hem adam besbelli manastıra çıkıyordu. Kim bilir belki de onunla beraber içeri girebilir, kadınlara yasak bu mistik yere bir göz atabilirdi. Ne bulmayı umuyorsa… Çocukluğundan beri manastırlardan, tapınaklardan, ara sokaklarda unutulmuş kiliselerden hep bir şeyler ummuştu. Evrenin sırları mı fısıldanacaktı kulağına? Tesadüflerin gizli simetrisini mi anlayacaktı? Ölümün esrarını mı çözecekti?
Eylül ve aynı tiyatro kumpanyasında rol alan arkadaşları sonraki sene düzenleyecekleri uluslararası bir tiyatro festivali için uygun bir yer arıyorlardı. Tiyatronun yönetmeni Eylül’ün sevgilisiydi. Atina’da, balkonundan Akropolis’in arka tarafını gören çatı katı dairede beraber yaşıyorlardı. Eylül’ü bu adaya keşif gezisine yönetmen sevgilisi yollamıştı. « Vaktin kalırsa mutlaka manastırları da gör » diye tembihlemişti. Adanın manastırları ünlüydü.
A story about quarks and antiquarks, beauty quarks and strangelets, gluons, muons, prions, hadrons and charms.
A story about a lonely railway guard on a desolate steppe. « In the cursed August of 1991 the radio informed Kasatonov that there was a state of emergency in the capital. Then it fell silent, as if the receiver had broken. »
« He rolled down the window, went back to honking the horn, and started waving my underpants out the window. »